Geçtiğimiz ayın ikinci yarısında, yaklaşık bir hafta süren Doğu - Güneydoğu Anadolu gezisi yaptım.
Bu sıcak yaz günlerinde ne işin vardı oralarda dediğinizi duyar gibiyim.
Değerli bir arkadaşımdan davet aldım.
CHP Aydın Milletvekili Prof. Dr. Metin Lütfü Baydar’ın, bir parti görevi ile bölgeye yapacağı geziye bende katıldım.
Siirt’ten başlayarak Eruh, Şırnak, Hakkâri, Van, Tatvan ve Bitlis’e gittik, Batman’dan da döndük.
Çok değerli yeni dostlarla tanıştık.
Bir süredir görmediğimiz eski dostlarla ile yeniden kucaklaşma olanağı bulduk.
Doğal olarak yörenin güzel yemeklerinden oluşan iftar sofralarında kilo aldık!
Malum, yörenin konukseverliği olağanüstüdür.
Şırnak’tan, Hakkâri’ye Cudi ve Gabar dağlarının dibinden gittik. İnanılmaz bir coğrafya!
Şüphesiz, yakın bir gelecekte doğa turizmi açısından harika bir yer olacak.
Böylesi güzel kanyonların doğasever turistlerce dolduğunu hayal ettik yol boyunca.
Gençliğimin meşhur Zap suyu kenarından da Hakkâri’ye geçtik.
Zap köprüsünü de görmüş olduk.
Yolda giderken rastladığımız bir Flotasyon (yüzdürme) tesisi çok ilgimizi çekti.
Flotasyon, üretilecek cevherin su sevme (hidrofilik) ve su sevmeme (hidrofobik) özelliklerini kullanarak sıvı içerisinde kabarcık oluşturarak suda yüzmesi veya batması ile diğer malzemelerden ayrılmasını sağlayan bir zenginleştirme yöntemiymiş…
Hakkâri’nin krom, kurşun, çinko ve bakır gibi önemli maden yataklarına sahip olduğunu ve bu tesisin o amaçla yakın zaman önce kurulduğunu yetkililerden öğrendik.
Güney Afrika’lı bir şirketin beş yıl bu madenleri çalıştırmak için bekledikten sonra, çatışmalı ortamın sürmesi üzerine ayrıldığı, bizim gördüğümüz tesisin çok yeni faaliyete geçtiğini anladık.
Yabancı şirket kamu kurumlarına, yıllık 1 milyar dolarlık üretimin olanaklı olduğu ve bunun beş yıl içinde yılda 5 milyar dolara çıkabileceğine ilişkin raporlar vermiş.
Güzelim Sümbül dağının karşısındaki, Hakkâri’ye yılda 5 milyar dolar girdiğini, hadi vaz geçtim 5 milyardan, 1 milyar dolar bile girdiğinde, neler olabileceğini gördüğümüzde daha da bir heyecanlandık.
Oradan, yakında yörenin Antalya’sı olmaya aday Van’a geçtik.
Yörenin derken sadece Doğu-Güneydoğu Anadolu’yu kast etmiyorum!
İran, Ermenistan, Azerbaycan ve güney sınırlarımızdaki komşularımızı da kast ediyorum.
Bitlis’e bağlı Tatvan’daki Nemrut Dağı ve 3000 metredeki Krater gölü nefes kesecek bir güzelliğe sahip…
Kısacası, başta Şırnak’taki Cudi dağlarında bulunan, Tufan'dan sonra Nuh'un Gemisi’nin oturduğu yer olmak üzere, bütün yöre Turizm açısından çok elverişli alanlara sahip.
Bahsettiğim madeni zenginlikler ve turizm olanakları ile tüm yöre bir çekim merkezi olmaya adaydır.
Bu güne kadar çatışma alanı olması; hem yöreyi, hem de yöre halkını perişan etti.
Son dönemde silahların susmasının çok ciddi rahatlama sağladığı net olarak gözlemleniyor.
Yöre halkı ile sohbetlerimizde de bunu çok iyi anlayabiliyoruz.
Tüm kuşku, mevcut durumun kötüye gitme olasılığı.
İktidar iyi şeyler söylüyor, gösteriyor ama yapmıyor, vermiyor diyorlar.
Yani AKP iktidarına karşı şüpheci ve güvensiz yaklaşıyorlar.
Türkiye genel siyasetinin içinde olmak istedikleri için HDP/BDP’den de çok hoşnut değiller…
Aslında arayış içindeler!
Bu arayışı karşılayabilecek bir siyasi partinin yanında, içinde yer alacakları kesin.
Kimsenin Türkiye’den kopma niyeti yok, tam tersine “Türkiye Kürt’ü” olmaktan memnunlar. Arap ya da Acemlerle yaşayan Kürtlerden çok daha iyi konumda olduklarını söylüyorlar. Daha da ilginci, Türk-Kürt evliliklerinin çok olmasına karşın, Arap-Kürt ya da Acem-Kürt evliliklerinin yok denecek kadar az olduğunu belirtiyorlar.
Kısaca, kimilerimizin endişesi olan bölünme korkusuna yer olmadığı anlaşılıyor.
Eski bir işadamı kimliğimle baktığımda, yörede sayısız iş olanakları görüyorum.
İş zenginlik, refah demektir. Bu zenginliği adil dağıtabilen sol-sosyal demokrat bir düzen sağlanırsa, yöre cennet, halkı mutlu olur.
Geçmişte yaşananların acıları ve izleri de yavaş yavaş kalkar. Yaralar sarılır!
Sadece, sınırlarımız içinde değil, Kuzey Irak’ta ki Kürdistan ile meydana getirilebilecek bir iktisadi yakınlaşmanın, bir iktisadi entegrasyonun, her taraf için çok büyük olanaklar yaratacağını görmemek mümkün değil.
Zaten orada, Kürdistan bölgesinde yaşayanlar; Kürt kökenli yurttaşlarımızın akrabaları…
Yurttaşlarımızın akrabaları, bizim de akrabalarımız sayılır…
Aslında, sadece Kürdistan ile değil Ermenistan, Azerbaycan, Gürcistan ile de daha geniş iktisadi entegrasyonlara açık olmalıyız…
Hatta ilerleyen süreçte Arap devletleri de giderek buna katılabilirler, katılmalıdırlar…
Karşılıklı çıkarlar ve tarihi, kültürel, dini bağlar bunu gerektiriyor.
Ama Allah aşkına, şu “Ne Şam’ın şekeri, ne Arap’ın yüzü” anlayışını aklımızdan çıkaralım.
Avrupa Birliği de, geçen yüzyılın ortasında kömür birliği diye başlamış idi.
Bakarsınız ileride bu entegrasyon da bizi benzeri başka yerlere taşır…
İçinde bulunduğumuz kanlı Ortadoğu coğrafyasının 100 yıldır çektiği acıda, bu entegrasyon ve refahın artmasıyla gitgide azalır ve sonunda yok olur…
Bir gezinin arkasından aklımızdan geçenleri sizlerle paylaşmak istedim.
05.08.2014