Yazılarım
Neler Oluyor ?

Sonrasını hepimiz heyecanla izledik hatta artık ezberledik, ama ben kayda da geçmesi için bir kez daha şöyle bir hatırlatmak istedim…
 
Sayıları birkaç yüz kişi olan ve çevre duyarlılığı yüksek olan yurttaşlarımız, çok haklı bir tepki ortaya koydular;
 
Gezi Parkında ağaçların kesilmesi ya da yerlerinin değiştirilmesini önlemek amacı ile tamamen iyi ve saf duygular içinde nöbet tutmaya ve direnmeye başladılar.
 
BDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder de bu duruma katkı vermek amacı ile parktaki ağaçları sökmeye gelen iş makinalarının önüne geçti, milletvekili dokunulmazlığı nedeniyle polis de kendisine müdahale edemedi…
 
Çok da yerinde bir destek oldu!
 
Ağaçları korumak için gece nöbetleri başladı, çadırlar kuruldu.
 
Sabaha karşı gelen polis, çadırları söküp yakınca gidişat aniden değişti!
 
Sayıları birkaç yüzü aşmayan direnişçilere hiç beklenmedik müthiş bir destek gelmeye başladı.
 
Polis ise akılalmaz, inanılmaz bir sertlikte güç gösterip müdahalede bulununca, olaylar da çığırından çıktı!
 
Direniş güçlendi...
 
1968’de Mülkiyede öğrenci olan ben, bu gelişmeleri biraz da o yıllara olan özlemimle, büyük bir sempati ile izlemeye başladım… Demokratik haklarını kullanan bu kitleye karşı sevgim, yaptıkları mücadeleye saygım kabardı.
 
Direnişçiler genç insanlardı, önemli bir bölümü 1980-90’lı yıllarda doğmuş, yaşamlarında belki de toplumsal olaylara ilk defa katkı veren sosyo-ekonomik olarak toplumun her kesiminden bu “direniş”e katılan çocuklardı.
 
Demokratik haklarını kullanıyorlardı!
 
Ne de olsa bu ülkeyi yakın gelecekte bu gençler yönetecekti, toplumsal sorunlara duyarlık gösteriyorlardı…
 
İleri yaşlarında anlatacak bir şeyleri, bir hikâyeleri olacakdı…
 
Açıkçası, memnuniyetle izliyordum.
 
Ama, polis inanılması güç bir zalimlik sergiliyordu!
 
Şiddet uyguluyordu!
 
Biber gazını, TOMA denilen araçlardaki tazyikli suyu insafsızca kullanırken, yaptıkları şey ne hukuki, ne insani, ne de vicdani idi!
 
Medya ise hükümet ile olan ilişkilerini iyi tutabilmek adına olayları gizlemeye, örtbas etmeye çalıyordu. İşadamı ile medya patronu aynı kimlikte buluşursa pek tabii beklenmesi gereken haliyle bu idi…
 
Halk TV olmasa gelişmeleri takip etmeyi bırakın, Türkiye’de neler oluyor onu bile anlayamayacaktık!
 
31 Mayıs gecesi olayın boyutları daha da yayıldı ve genişledi,
 
Taksim Gezi Parkındaki ağaçların boyunu çok aştı, Gezi Parkının dışına, Türkiye’nin pek çok noktasına dağıldı.
 
Yüzü maskeli insanlar sahne almaya başlayıp da, olaylar süratle evrilerek Gezi Parkına artık sığmaz hale gelince “Eyvah!” dedim... Neler oluyor?!?
 
AKP iktidarı ve Başbakan R.Tayyip Erdoğan’ın topluma dayatmaya çalıştığı;
 
Tek tip yaşam biçimi uygulamalarına (kaç çocuk doğurulacağından, doğumun nasıl olacağına... insanların rakı mı yoksa ayran mı içmesi gerektiği gibi) kızanlardan tutun da, dikta rejimine giden otoriter yönetim karşıtlarına, cumhuriyet kazanımlarını yok etmeye çalıştığını düşünenlere kadar çok geniş bir cephe bir anda toplanıverdi.
 
Üstüne polisin ölçüsüz şiddeti ve ne olduğu tam anlaşılamayan eli sopalılar ile ipler kopma aşamasına kadar geldi!
 
Üstüne üstlük, Başbakan’ın çeşitli vesilelerle yaptığı konuşmalar, kullandığı sözcükler ve kurduğu cümleler (ayyaş, alkolik, çapulcu, tencere tava hep aynı hava, ben daha çok adam toplarım, %50’yi evinde tutuyorum) olayların üzerine benzin dökülmüş gibi bir etki yaptı.
 
Başta CNN International, BBC, El-Cezire, Euronews gibi uluslararası TV kanalları ile batı basını Türkiye’yi kaos ortamında bir ülke gibi göstermeye, bilgisizce ya da kasten ve gerçeği yansıtmayan “Türk Baharı” gibi yakıştırmalar yapmaya başladılar.
 
Bu arada komik hatta belki trajikomik beyanatlar da geldi; Suriye, vatandaşlarına Türkiye’de can güvenliği yok, gitmeyin uyarısı yaptı!
 
“Occupy Wall Street” (Wall Street’i işgal eylemi) ve Zuccoti Park İşgalini daha yakın geçmişte yaşamış olan ve sert polis müdahalelerine izin vermiş olan ABD dahi, Türkiye’ye “itidal” tavsiyesinde bulundu. Yurttaşlarına “Türkiye’ye mümkün olduğunca gitmeyin, giderseniz de olaylardan uzak durun.” diyerek, konferans vermek için ülkesine dönecek olan Büyükelçisi Riccardione’ye görevinin başından ayrılma dedi.
 
Çoğu, evlerinde odalarını dahi toplamaktan imtina eden, temizlemeyen gençlerimiz; Taksim meydanında sabahları çöpleri toplamaya başladılar.
 
Düşünüyorum, düşünüyorum da bu olup bitenleri aklım bir türlü almıyor!
 
Aklımın almadığı daha başka şeylerde var!
 
Daha üzerinden bir ay bile geçmemiş olan Reyhanlı saldırısı ve orada kaybettiğimiz 52 yurttaşımız için; ne bu insanlar bir direniş gösterip kıyameti kopardı, ne de o yukarıda saydığım dünya medyasından bu ölçekte bir ses çıktı.
 
Direniş gösterilip, protesto edilmesi gereken size sayabileceğim daha yüzlerce olay karşısında kıpırdamamış olan toplum, bu defa nasıl şaha kalktı?
Aklıma hep Turuncu devrimler geliyor… Canım sıkılıyor!
 
Bu noktaya kadar memnuniyetle karşıladığım bu eylemlere karşı içimde şüpheler doğuyor!
 
T.C Başbakanı olan dolayısıyla her türlü bilgiye sahip, ayrıca toplumun nabzını da anketler yaptırarak elinde tutan bir kişinin sürekli olarak toplumu geren, çileden çıkartan bu kadar ters konuşmalar yapmasına anlam veremiyorum bir türlü!
 
Hele polisin bu kadar zalimce göstermiş olduğu şiddeti anlamam asla mümkün değil!
 
Acaba diyorum, muhafazakar sağ koalisyonundaki çatlaktan (AKP-Cemaat/Hizmet) kaynaklanan sıkıntılar nedeniyle oylarını konsolide etmek uğuruna mı bizi çileden çıkaran konuşmalar ve uygulamalar yapılıyor?!?
 
Aklım karışıyor!
 
Acaba diyorum; bize perde önünde bu oyunlar sergilenirken arkada göremediğimiz başka anlaşmalar, pazarlıklar mı yapılıyor?
 
Bunları düşündükçe, canım hepten sıkılıyor...
 
05.06.2013