1922 yılının 26 Ağustos'unda başlayan ve 30 Ağustos'ta Dumlupınar'da Mustafa Kemal'in başkumandanlığında zaferle sonuçlanan Başkomutanlık Meydan Muharebesi'nin (Büyük Taarruz) 91nci yılında da, Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından yönetiliyoruz.
Ondan rahat değilim!..
Neden AKP ile rahat değilsin diye sorabilirsiniz;
Anlatayım...
AKP üç ayak üzerinde durmaktadır.
Muhafazakarlık, otoriterlik ve alabildiğine serbest piyasacılık (ya da vahşi kapitalizm).
AKP öncelikle "muhafazakar" bir partidir .
Muhafazakârlık, var olan durumu koruma amacını güden düşünce tarzıdır. Toplumun değişmesine karşı direnç gösteren, toplumsal-kültürel değerlerin korunmasını savunan sağ kanatın siyasi ideolojisidir.
Muhafazakârlık, akla şüpheyle yaklaşır. Kendi aklının sesini dinleyerek başka insanların hayatları üzerinde kalıcı bir etki yaratmaya çalışan düşünürleri eleştirir.
Oysa ben değişime inanırım.
Benim için değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.
Modernlikten, ilericilikten yanayım. Dumlupınar'da Başkomutanlık Meydan Savaşının muzaffer komutanı Mustafa Kemal'in dediği gibi "Yurdumuzu dünyanın en mamur ve en medenî memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Millî kültürümüzü, "muasır medeniyet" seviyesinin üstüne çıkaracağız" ilkesininden yanayım...
Bu gün Türkiye'yi yöneten zihniyet ise başka şeylerden söz ediyor...
Gençliğin nasıl dindar yetiştirileceği, kaç çocuğumuzun olacağı, ne içeceğimize kadar hayatımızın her alanını tasarlamaya kalkıyor, yaşamımıza karışıyor!
En son kadınlara ayrı havuz örneği de gündemde...
Bunun için içim rahat değil!
AKP "otoriter" bir partidir.
Sayın Erdoğan, dediğim dedik bir yöntem ile ülkeyi yönetmekte, kendisinden farklı düşünenleri düşman ilan etmekte...
Türk halkını her fırsatta cepheleştirmekte...
Gezi parkı olaylarında izlediği yöntem ile en başta direnişçileri içselleyip ikna edeceğine, olayları büyütmeden çözmeye çalışacağına; alabildiğine otoriter, alabildiğine sert davranmıştır.
Tabii ki gezi parkı tek örnek değildir; otoriterliğine ilişkin örnek çok...
Ülkedeki her konuya ilişkin karar verme mekanizması da kendi tekelindedir.
Futbol ligi sonunda kupanın nerede verileceğinden tutun, İstanbul Boğazına yapılacak köprünün yerine kadar kendi karar vermektedir.
Sanki Futbol federasyonu Başkanı yok, sanki İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı yok!
Bakanlar, Türkiye Cumhuriyetinin Bakanı değil, onun bakanıdırlar.
Valiler ve diğer tüm bürokratlar onun valisi, onun genel müdürü, onun bürokratı konumundadır.
Partideki tüm kararlar da kendisi tarafından alınmaktadır. Örgütünün kararlarda katkısı en alt düzeydedir.
Oysa ben katılımcı demokrasiden yanayım. Kararların tek elden verildiği adeta bir dikta rejimini anımsatan bir yönetime karşıyım.
Mustafa Kemal, bu ülkenin bağımsızlığı için en zor şartlarda Kurtuluş Savaşını başlatırken, Kongreler sürecinden geçip Büyük Millet Meclisi'ni açmış ve çalıştırmıştı. O zor şartlarda katılımcı bir karar alma süreci yaşanırken, bu gün bu kadar otoriter bir rejimde yaşadığımız için içim rahat değil!
AKP serbest piyasanın en vahşi biçimini uygulamaktadır.
Dilediği gibi yaptığı özelleştirmeler ile Cumhuriyetin tüm kazanımlarını satıp savmıştır. Elde ettiği kaynakları da cari giderlerini karşılamak için kullanmıştır. İktisadi hayatımızın önemli bir bölümünde kurallar hiçe sayılmaktadır. En somut ve basit örneğini İstanbul'un gökdelenlerinde görmek olanaklıdır.
Devletin İstanbul Zincirlikuyu'da sattığı bir arsada satış sırasında şartnamede en fazla 185,000m2 inşaat yapılabilir derken, bu gün 650,000m2 inşaat yapılmıştır. Hem yapı fevkalade çirkindir, hem de yaratacağı trafik yoğunluğu ile kent trafiğini daha da olumsuz etkileyecektir.
Farklı bir yapıda yüksekliği nedeniyle sorun olup tarihi yarımadanın görüntüsünü bozduğunda da cezası Başbakan tarafından verilmektedir. Ceza da Başbakan'ın yapımcısına küsmesi olmaktadır.
Her şeyin yapanın yanına kar kalan, tam bir vahşi kapitalist düzen hüküm sürmektedir.
Oysa ben, kamu yararı, çevre yararı, kent yararı adına serbest piyasaya müdahale edilmesinin gerekli olduğunu düşünenlerdenim.
Tüm bunları göz önüne aldığımda ne yazık ki, Zafer Bayramımızın 91nci yılında içim gerçekten hiç rahat değil...
Dilerim Zafer Bayramın 92ci yılı, Tūrkiye için yeni bir zafer olur...